AVARIZ
Osmanlı Devleti' in de Tanzimat' a kadar uygulanmış bir vergi sistemi olan avarız, devletin sıkıntıya düştüğü olağan üstü zamanlarda devletin başvurduğu bir vergi çeşitidir. Bu vergi gerek para, mal ve gerekse de hizmet olarak uygulanmaktadır. Avarız kelime olarak “sonradan meydana gelen, asli ve sabit olanın zıddı anlamında kullanılır.[1]
Osmanlı Devleti' nde bugünkü anlamda bir vergi toplama sistemi bulunmaktadır. Devlet vergi toplama görevini dirlik, malikane vakıf gibi hizmet ve vazife sahiplerine bırakmıştır.[2] Avarız vergisinin toplanmasında esas olarak avarız hanesi baz alınmaktadır. İlk olarak avarız vergisinin hangi padişah döneminde toplandığı konusunda iki görüş bulunmamaktadır. Bir grup, Lütfü Paşa' nın Asafnamesi' nde geçen ve I. Selim döneminde rastlandığını; “ordunun peksimet bahası için, her 3-4 yılda bir 20 akçe olarak ihdas edildiğini” belirtir. Diğer grup ise II. Beyazıd döneminde alındığını 903/ 1497-98 yılındaki bir hükümde “seferi humayun masalihi avarız salındığı” kaydedilmiştir. Ayrıca Solak-zade' ye göre bu İstanbul’da olan büyük depremin neticesinde salındığını belirtir. Buna karşın Mustafa Paşa Nata'ic al vuku'at' da avarız salınmasının İstanbul depreminden önce olduğu, aslında avarızın donanma tedariki için salındığını belirtir.[3]
Avarız hanesi, vergi alınacak yerin sosyo-ekonomik durumu göz önünde bulundurularak belirlenirdi. Avarız vergisi çalısan, gelir sahibi olan veya vergi vermeye güçü yeten kişiler avarız hanesini oluştururlardı.[4]
Vergi toplanan yerlerde imam, müezzin, kadı, seyyid, sipahi ve sipahioğulları gibi kişiler bu vergiden muaf durumda olmalarına rağmen sayıları kaydedilirdi ve bunlara hane-i ğayr-ı avarız denilirdi.[5] 16. yy' da, bu muafiyete sahib olan kişilerin sayılarının çoğalması ve devletin gelirlerinin korunması ile bunların ellerinden muhafiyetleri alınarak, askerilikten reayaya dönüştürülmüşlerdir. Bu uygulama özellikle, doğancı, yuvacı, yağcı, at-çeken gibi zümrelere uygulanmıştır. Hatta eski askeri sınıfı teşkil eden voynuk, yaya ve müsellem, tatar ve canbaz gibi sınıflarda kaldırılmıştır. Bu hükümde görülmektedir.
“Ehl-i beratlar ki, kadimden ehl-i berat olıgelüb rayiha-i raiyyeti olmaya
ol makule kimesneler gerü hane (avarız hanesi) olmasa caizdir...şimdi emr-i padişah-i budur ki, cemi' reaya muaf ve eğer gayr-i muaf ve cihata mutasarrıf olan erbab-i berevat ve gayr-i cemi' padişah’ın emri üzere vaki' olan avarız-i divaniyye ve tekalif-i örfiyyeyi eda edüp[6]
XV. ve XVI. yy' larda bir avarız hanesi kaç kişiden oluştuğu hakkında bir sayı elimizde bulunmamaktadır. I. Ahmed' in tahta çıktığı 1603 yılında Balıkesir yakınlarında avarız hanesi yazılırken yapılan yolsuzluklar üzerine, tahrir memuruna gönderilen ferman avarız hanesinin oluşturulması hakkında fikir vermektedir.[7] Daha öncede belirttiğimiz üzere Avarız hanesi hesaplanırken bölgenin sosyo-ekonomik ve verigi ödeyebilme güçü gibi unsurlar göz önünde bulundurulurdu. Avarıza yükümlü olan bölge ilk olarak sayılır ve kaydedilir, özel kıstaslara göre bu nüfusun kaç avarız hanesi ettiği tespit edilir ve muvkufat defterlerine kaydedilirdi.[8] Bazı dönemleri inceliyecek olursak dönemlere göre avarız hanelerinin ve hane başına düşen miktarın değişikliklere uğradığını görebiliriz. Örneğin; Yavuz Selim döneminde 1516 Mısır seferi ihtiyaçlarını karşılamak üzere Edremit Kazası' nda 1422 avarız hanesi olduğu ve hane başına 10-12 akçe düştüğü, Kanuni döneminde masraflı savaşlar ve sürekli hale gelen deniz seferlerinin devlete olan yükünü gidermek için Balıkesir Sancağında 9012 avarız hanesi ve bu haneler başına 30 akçe avarız salınmıştır. Ayrıca her 13 haneden bir kişi olmak üzere, 50 alatcı, 599 acap birer aylıklarını göndereceklerdi.[9]
1082 / 1671-72 senesi avarız defterlerinde avarız oranın en en yüksek olduğu yer olarak Batı Anadolu olarak görülmektedir. Bunun nedeni olarak bölgenin verimli topraklara sahip olması ve sefer güzargahlarının dışında kalmasıdır. Bölge 500 akçe ödemektedir.[10] Batı Anadolu' nun aksine sefer güzargahı olmasına rağmen Ankara istisna olarak 500 akçe ödemektedir. Ankara' nın Haymana ve Polatlı gibi ovalara sahip olması ve bu ovaların hububat ambarı olması Ankara' yı önemli kılmaktadır. Rumeli ise 325 akçe ile en düşük avarızı ödeyen bölgedir. Bunun nedeni olarak bölgenin sefer güzargahı olması ve seferin getirdiği çeşitli görevleri üstlenmesidir.(derbend, kürekçi vb.)[11]
Sefer güzargahında olan yerler, ellerindeki zahireyi avarız, nüzül karşılığı ve ayni sürsat olarak devlete vermektedirler. Devlet bunların teslimini menzil, miri ahır ve zahire ambarlarında kabul etmekte idi. Bu durum mükellefe artı bir yük eklemektedir. Çünkü ürününü bulunduğu bölgeden zahire ambarlarına taşıması mükellefe ek bir maliyet yüklemektedir. Onun için halk bu sürsat ve nüzül yerine vergisini para ile ödemek istemektedir. Zaten devletin zor duruma düşmesi ve uzun savaşlar neticesinde mali sıkıntı sıcak paraya ihtiyaç duyması da devletin bu vergiyi nakit olarak taoplama yöneltmiştir. Devlet vergi alacağı bölge “mübaşir”lere halktan para kabul ederken altın, kamil kuruş, esedi kuruş, şahi gibi büyük ve kıymetli sikkeler istemelerini ancak, bunlar bulunmadığı zaman akçe gelirse tam vezinli ve halis olmasına dikkat etmelerini istiyorlardı.[12] Altın ve kuruşlar resmi rayiçten 2 akçe noksanına alınacaklardı; şahi' de bu fark yarım akçe idi. Bu suretle altın 120 yerine 118, kamil kuruş 80 yerine 78, arslanlı(esedi) kuruş 70 yerine 68, şahi 7,5 yerine 7 olarak hesaplannacaktı.[13]
Nüzül: Askeri ve mali ıstılah olarak, cinsi ve miktarı önceden tayin edilmiş zahirenin ordunun geçeceği menzillere götürülerek hazırlanması indirilmesini ifade etmektedir. Başlangıçta ayni ve bedeni olarak alınan avarız vergisinin zamanla nakdi vergiye dönüşmesi ile un ve arpadan ayni olarak toplanan nüzül vergisi ortaya çıkmıştır. Bu vergi 1/3' un- 2/3' arpa- 1/4'- un- ¾' arpa , şeklindeki oranlarla toplanmaktadır. Enteresan olarak unun arpadan az toplanmasının nedeni, orduda bulunan hayvanların yiyeceğinin de karşılanma düşüncesidir.[14] Ordu ilerlerken ağırlık yapacağı düşüncesiyle un, yerine pestimet gibi gıdalar tercih edilmekte ve ona göre vergi toplanmaktadır.
Sürsat: Sürsat hareket halindeki ordunun yol boyunca iaşesini sağlamak üzere halktan alınan ayni mükellefiyetlerdir. Bunlar ordunun ihtiyacı olan yağ, bal, koyun, ekmek ve saman gibi.
Sürsat istenirken nüzül ve avarızdaki gibi, avarız hanesine bakılmaz. Sürsat avarız ve nüzüle nazaran daha hafif bir vergidir.
Şehir
Vergi
Hane Başı Vergi
Meblağ
Ankara
Avarız
Nüzül
Sürsat
500
600
-
846300 akçe
906750 akçe
518430
Üsküp
Avarız
Nüzül
Sürsat
325
600
ayni
1279037
2421300
-
Aydın
Avarız
Nüzül
Sürsat
500
600
-
3558656
4071600
1564500
Antep
Avarız
Nüzül
Sürsat
400
600
-
205326
301950
208100
Tablo 1
Avarız, nüzül ve sürsatın ekonomiye katkıları
Avarız Vakfı
Avarız ve bu nevi vergilerin halk üzerindeki yükünün arması sonucunda, köyülüler kendi aralarında birleşerek bu vakıfları kurdular. Köyde bulunan avarız vergisini ödeyemeyecek durumda durumda bulunan kişilerin veya eksiği bulunan kimselerin bu şekilde avarız ödemeleri karşılanmıştır. Gay-rı müslümlerde avarız vakıfları kurmuşlar ve ortak ihtiyaçları için kullanmışlardır.[15] Müslim ve gayr-i müslümlerin ortak oturdukları mahallelerde ortak olarak avarız vakıflar kurmuşlar ve mahallenin ihtiyaçları için kullanmışlardır.
Avarız vakfı ile ilgili olarak en önemli örnek; XVII. yy'da rastlanmaktadır. III. Mehmed' in annesi Safiye Sultan tarafından XVI. yy'ın sonlarında inşaasına başlanan Eminönü Yeni Camii' nin inşaatı III. Mehmed' in ölümünden sonra yarım yüzyıldan sonra öle kalmış. Daha sonra 1660 yangının bu semti harabeye çevirmişti. IV. Mehmed tarafından annesi Hatice Sultan' ın bir camii yaptırmak istediğini öğrenen yetkililer, yarım kalan camiinin ve semtin imarını Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa' ya arz etmiş, Köprülü, teklifi Valide Sultan' na bildirinde Turan Sultan razı olmuştu. Şehrin en işlek ticaret merkezindeki evlerinin istimlak edileceğini öğrenen yahudiler, kendi avarız vakıflarından külliyetli bir miktar parayı Köprülü' ye takdim edip onu bu fikrinden vazgeçirmeye çalışmışlardı. Sadrazam bu teklifi şiddetle red ederek tekrarı halinde önde gelenleri idam edileceğini bildirmiştir.
Avarız vakıfları, daha sonraları Maarif nizamnamesi ile gelirleri sıbyan ve ibtidai mekteblere verilmiştir.[16] bu vakıfların aideiyet meselesi belediyer arasında sorunlar çıkmasına neden olmuştur. Bu sorun 3 Nisan 1930 tarihli ve 1580 sayılı belediye kanununun 110. maddesinin 6. fıkrasında, avarız ve hasilatının belediyelerin malı olduğu kabul edilmemiştir.
Osmanlı Devleti' in de Tanzimat' a kadar uygulanmış bir vergi sistemi olan avarız, devletin sıkıntıya düştüğü olağan üstü zamanlarda devletin başvurduğu bir vergi çeşitidir. Bu vergi gerek para, mal ve gerekse de hizmet olarak uygulanmaktadır. Avarız kelime olarak “sonradan meydana gelen, asli ve sabit olanın zıddı anlamında kullanılır.[1]
Osmanlı Devleti' nde bugünkü anlamda bir vergi toplama sistemi bulunmaktadır. Devlet vergi toplama görevini dirlik, malikane vakıf gibi hizmet ve vazife sahiplerine bırakmıştır.[2] Avarız vergisinin toplanmasında esas olarak avarız hanesi baz alınmaktadır. İlk olarak avarız vergisinin hangi padişah döneminde toplandığı konusunda iki görüş bulunmamaktadır. Bir grup, Lütfü Paşa' nın Asafnamesi' nde geçen ve I. Selim döneminde rastlandığını; “ordunun peksimet bahası için, her 3-4 yılda bir 20 akçe olarak ihdas edildiğini” belirtir. Diğer grup ise II. Beyazıd döneminde alındığını 903/ 1497-98 yılındaki bir hükümde “seferi humayun masalihi avarız salındığı” kaydedilmiştir. Ayrıca Solak-zade' ye göre bu İstanbul’da olan büyük depremin neticesinde salındığını belirtir. Buna karşın Mustafa Paşa Nata'ic al vuku'at' da avarız salınmasının İstanbul depreminden önce olduğu, aslında avarızın donanma tedariki için salındığını belirtir.[3]
Avarız hanesi, vergi alınacak yerin sosyo-ekonomik durumu göz önünde bulundurularak belirlenirdi. Avarız vergisi çalısan, gelir sahibi olan veya vergi vermeye güçü yeten kişiler avarız hanesini oluştururlardı.[4]
Vergi toplanan yerlerde imam, müezzin, kadı, seyyid, sipahi ve sipahioğulları gibi kişiler bu vergiden muaf durumda olmalarına rağmen sayıları kaydedilirdi ve bunlara hane-i ğayr-ı avarız denilirdi.[5] 16. yy' da, bu muafiyete sahib olan kişilerin sayılarının çoğalması ve devletin gelirlerinin korunması ile bunların ellerinden muhafiyetleri alınarak, askerilikten reayaya dönüştürülmüşlerdir. Bu uygulama özellikle, doğancı, yuvacı, yağcı, at-çeken gibi zümrelere uygulanmıştır. Hatta eski askeri sınıfı teşkil eden voynuk, yaya ve müsellem, tatar ve canbaz gibi sınıflarda kaldırılmıştır. Bu hükümde görülmektedir.
“Ehl-i beratlar ki, kadimden ehl-i berat olıgelüb rayiha-i raiyyeti olmaya
ol makule kimesneler gerü hane (avarız hanesi) olmasa caizdir...şimdi emr-i padişah-i budur ki, cemi' reaya muaf ve eğer gayr-i muaf ve cihata mutasarrıf olan erbab-i berevat ve gayr-i cemi' padişah’ın emri üzere vaki' olan avarız-i divaniyye ve tekalif-i örfiyyeyi eda edüp[6]
XV. ve XVI. yy' larda bir avarız hanesi kaç kişiden oluştuğu hakkında bir sayı elimizde bulunmamaktadır. I. Ahmed' in tahta çıktığı 1603 yılında Balıkesir yakınlarında avarız hanesi yazılırken yapılan yolsuzluklar üzerine, tahrir memuruna gönderilen ferman avarız hanesinin oluşturulması hakkında fikir vermektedir.[7] Daha öncede belirttiğimiz üzere Avarız hanesi hesaplanırken bölgenin sosyo-ekonomik ve verigi ödeyebilme güçü gibi unsurlar göz önünde bulundurulurdu. Avarıza yükümlü olan bölge ilk olarak sayılır ve kaydedilir, özel kıstaslara göre bu nüfusun kaç avarız hanesi ettiği tespit edilir ve muvkufat defterlerine kaydedilirdi.[8] Bazı dönemleri inceliyecek olursak dönemlere göre avarız hanelerinin ve hane başına düşen miktarın değişikliklere uğradığını görebiliriz. Örneğin; Yavuz Selim döneminde 1516 Mısır seferi ihtiyaçlarını karşılamak üzere Edremit Kazası' nda 1422 avarız hanesi olduğu ve hane başına 10-12 akçe düştüğü, Kanuni döneminde masraflı savaşlar ve sürekli hale gelen deniz seferlerinin devlete olan yükünü gidermek için Balıkesir Sancağında 9012 avarız hanesi ve bu haneler başına 30 akçe avarız salınmıştır. Ayrıca her 13 haneden bir kişi olmak üzere, 50 alatcı, 599 acap birer aylıklarını göndereceklerdi.[9]
1082 / 1671-72 senesi avarız defterlerinde avarız oranın en en yüksek olduğu yer olarak Batı Anadolu olarak görülmektedir. Bunun nedeni olarak bölgenin verimli topraklara sahip olması ve sefer güzargahlarının dışında kalmasıdır. Bölge 500 akçe ödemektedir.[10] Batı Anadolu' nun aksine sefer güzargahı olmasına rağmen Ankara istisna olarak 500 akçe ödemektedir. Ankara' nın Haymana ve Polatlı gibi ovalara sahip olması ve bu ovaların hububat ambarı olması Ankara' yı önemli kılmaktadır. Rumeli ise 325 akçe ile en düşük avarızı ödeyen bölgedir. Bunun nedeni olarak bölgenin sefer güzargahı olması ve seferin getirdiği çeşitli görevleri üstlenmesidir.(derbend, kürekçi vb.)[11]
Sefer güzargahında olan yerler, ellerindeki zahireyi avarız, nüzül karşılığı ve ayni sürsat olarak devlete vermektedirler. Devlet bunların teslimini menzil, miri ahır ve zahire ambarlarında kabul etmekte idi. Bu durum mükellefe artı bir yük eklemektedir. Çünkü ürününü bulunduğu bölgeden zahire ambarlarına taşıması mükellefe ek bir maliyet yüklemektedir. Onun için halk bu sürsat ve nüzül yerine vergisini para ile ödemek istemektedir. Zaten devletin zor duruma düşmesi ve uzun savaşlar neticesinde mali sıkıntı sıcak paraya ihtiyaç duyması da devletin bu vergiyi nakit olarak taoplama yöneltmiştir. Devlet vergi alacağı bölge “mübaşir”lere halktan para kabul ederken altın, kamil kuruş, esedi kuruş, şahi gibi büyük ve kıymetli sikkeler istemelerini ancak, bunlar bulunmadığı zaman akçe gelirse tam vezinli ve halis olmasına dikkat etmelerini istiyorlardı.[12] Altın ve kuruşlar resmi rayiçten 2 akçe noksanına alınacaklardı; şahi' de bu fark yarım akçe idi. Bu suretle altın 120 yerine 118, kamil kuruş 80 yerine 78, arslanlı(esedi) kuruş 70 yerine 68, şahi 7,5 yerine 7 olarak hesaplannacaktı.[13]
Nüzül: Askeri ve mali ıstılah olarak, cinsi ve miktarı önceden tayin edilmiş zahirenin ordunun geçeceği menzillere götürülerek hazırlanması indirilmesini ifade etmektedir. Başlangıçta ayni ve bedeni olarak alınan avarız vergisinin zamanla nakdi vergiye dönüşmesi ile un ve arpadan ayni olarak toplanan nüzül vergisi ortaya çıkmıştır. Bu vergi 1/3' un- 2/3' arpa- 1/4'- un- ¾' arpa , şeklindeki oranlarla toplanmaktadır. Enteresan olarak unun arpadan az toplanmasının nedeni, orduda bulunan hayvanların yiyeceğinin de karşılanma düşüncesidir.[14] Ordu ilerlerken ağırlık yapacağı düşüncesiyle un, yerine pestimet gibi gıdalar tercih edilmekte ve ona göre vergi toplanmaktadır.
Sürsat: Sürsat hareket halindeki ordunun yol boyunca iaşesini sağlamak üzere halktan alınan ayni mükellefiyetlerdir. Bunlar ordunun ihtiyacı olan yağ, bal, koyun, ekmek ve saman gibi.
Sürsat istenirken nüzül ve avarızdaki gibi, avarız hanesine bakılmaz. Sürsat avarız ve nüzüle nazaran daha hafif bir vergidir.
Şehir
Vergi
Hane Başı Vergi
Meblağ
Ankara
Avarız
Nüzül
Sürsat
500
600
-
846300 akçe
906750 akçe
518430
Üsküp
Avarız
Nüzül
Sürsat
325
600
ayni
1279037
2421300
-
Aydın
Avarız
Nüzül
Sürsat
500
600
-
3558656
4071600
1564500
Antep
Avarız
Nüzül
Sürsat
400
600
-
205326
301950
208100
Tablo 1
Avarız, nüzül ve sürsatın ekonomiye katkıları
Avarız Vakfı
Avarız ve bu nevi vergilerin halk üzerindeki yükünün arması sonucunda, köyülüler kendi aralarında birleşerek bu vakıfları kurdular. Köyde bulunan avarız vergisini ödeyemeyecek durumda durumda bulunan kişilerin veya eksiği bulunan kimselerin bu şekilde avarız ödemeleri karşılanmıştır. Gay-rı müslümlerde avarız vakıfları kurmuşlar ve ortak ihtiyaçları için kullanmışlardır.[15] Müslim ve gayr-i müslümlerin ortak oturdukları mahallelerde ortak olarak avarız vakıflar kurmuşlar ve mahallenin ihtiyaçları için kullanmışlardır.
Avarız vakfı ile ilgili olarak en önemli örnek; XVII. yy'da rastlanmaktadır. III. Mehmed' in annesi Safiye Sultan tarafından XVI. yy'ın sonlarında inşaasına başlanan Eminönü Yeni Camii' nin inşaatı III. Mehmed' in ölümünden sonra yarım yüzyıldan sonra öle kalmış. Daha sonra 1660 yangının bu semti harabeye çevirmişti. IV. Mehmed tarafından annesi Hatice Sultan' ın bir camii yaptırmak istediğini öğrenen yetkililer, yarım kalan camiinin ve semtin imarını Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa' ya arz etmiş, Köprülü, teklifi Valide Sultan' na bildirinde Turan Sultan razı olmuştu. Şehrin en işlek ticaret merkezindeki evlerinin istimlak edileceğini öğrenen yahudiler, kendi avarız vakıflarından külliyetli bir miktar parayı Köprülü' ye takdim edip onu bu fikrinden vazgeçirmeye çalışmışlardı. Sadrazam bu teklifi şiddetle red ederek tekrarı halinde önde gelenleri idam edileceğini bildirmiştir.
Avarız vakıfları, daha sonraları Maarif nizamnamesi ile gelirleri sıbyan ve ibtidai mekteblere verilmiştir.[16] bu vakıfların aideiyet meselesi belediyer arasında sorunlar çıkmasına neden olmuştur. Bu sorun 3 Nisan 1930 tarihli ve 1580 sayılı belediye kanununun 110. maddesinin 6. fıkrasında, avarız ve hasilatının belediyelerin malı olduğu kabul edilmemiştir.
[1]Halil Sahillioğlu, “Avarız”, Diy. İ.A., C. IV, s. 108.
[2]Ömer L. Barkan, “Avarız”, İ.A, C. II., s. 14.
[3]Barkan, a.g.m., s. 16.
[4]Mustafa Nuri Türkmen, “Osmanlı Devleti' nde XVII. Yüzyılın Son Çeyreğinde Halkın Üzerindeki Olağanüstü Vergi Yükü”, A.Ü. Dergisi, S. 9, s.193.
[5]Türkmen, a.g.m., “gös. yer.”
[6]Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Toplum ve Ekonomi, (1993), s. 51.
[7]Mustafa Akdağ, “Osmanlı Devleti' in Kuruluş ve İnkişaf Devrine Türkiye' nin İktisadi Vaziyeti” Belleten, C.XIII, S.51, s. 554.
[8]Türkmen, a.g.m., s. “gös.yer”.
[9]Akdağ, a.g.m., s. “gös.yer”.
[10]Türkmen, a.g.m., s. 196.
[11]Türkmen, a.g.m., s. “gös.yer.”.
[12]Akdağ, a.g.m., s. 561.
[13]Akdağ, a.g.m., s. “gös.yer”.
[14]Türkmen, a.g.m., s. 197.
[15]Mehmet İşpirli, “Avarız Vakfı” Diy. İ.A,C. 2 s. 109.
[16]Barkan, “a.g.m”., s. 18.
[17]Barkan, “a.g.m.”, s. “gös.yer”.