14 Ocak 2010 Perşembe

AVARIZ

AVARIZ

Osmanlı Devleti' in de Tanzimat' a kadar uygulanmış bir vergi sistemi olan avarız, devletin sıkıntıya düştüğü olağan üstü zamanlarda devletin başvurduğu bir vergi çeşitidir. Bu vergi gerek para, mal ve gerekse de hizmet olarak uygulanmaktadır. Avarız kelime olarak “sonradan meydana gelen, asli ve sabit olanın zıddı anlamında kullanılır.[1]
Osmanlı Devleti' nde bugünkü anlamda bir vergi toplama sistemi bulunmaktadır. Devlet vergi toplama görevini dirlik, malikane vakıf gibi hizmet ve vazife sahiplerine bırakmıştır.[2] Avarız vergisinin toplanmasında esas olarak avarız hanesi baz alınmaktadır. İlk olarak avarız vergisinin hangi padişah döneminde toplandığı konusunda iki görüş bulunmamaktadır. Bir grup, Lütfü Paşa' nın Asafnamesi' nde geçen ve I. Selim döneminde rastlandığını; “ordunun peksimet bahası için, her 3-4 yılda bir 20 akçe olarak ihdas edildiğini” belirtir. Diğer grup ise II. Beyazıd döneminde alındığını 903/ 1497-98 yılındaki bir hükümde “seferi humayun masalihi avarız salındığı” kaydedilmiştir. Ayrıca Solak-zade' ye göre bu İstanbul’da olan büyük depremin neticesinde salındığını belirtir. Buna karşın Mustafa Paşa Nata'ic al vuku'at' da avarız salınmasının İstanbul depreminden önce olduğu, aslında avarızın donanma tedariki için salındığını belirtir.[3]
Avarız hanesi, vergi alınacak yerin sosyo-ekonomik durumu göz önünde bulundurularak belirlenirdi. Avarız vergisi çalısan, gelir sahibi olan veya vergi vermeye güçü yeten kişiler avarız hanesini oluştururlardı.[4]
Vergi toplanan yerlerde imam, müezzin, kadı, seyyid, sipahi ve sipahioğulları gibi kişiler bu vergiden muaf durumda olmalarına rağmen sayıları kaydedilirdi ve bunlara hane-i ğayr-ı avarız denilirdi.[5] 16. yy' da, bu muafiyete sahib olan kişilerin sayılarının çoğalması ve devletin gelirlerinin korunması ile bunların ellerinden muhafiyetleri alınarak, askerilikten reayaya dönüştürülmüşlerdir. Bu uygulama özellikle, doğancı, yuvacı, yağcı, at-çeken gibi zümrelere uygulanmıştır. Hatta eski askeri sınıfı teşkil eden voynuk, yaya ve müsellem, tatar ve canbaz gibi sınıflarda kaldırılmıştır. Bu hükümde görülmektedir.
“Ehl-i beratlar ki, kadimden ehl-i berat olıgelüb rayiha-i raiyyeti olmaya
ol makule kimesneler gerü hane (avarız hanesi) olmasa caizdir...şimdi emr-i padişah-i budur ki, cemi' reaya muaf ve eğer gayr-i muaf ve cihata mutasarrıf olan erbab-i berevat ve gayr-i cemi' padişah’ın emri üzere vaki' olan avarız-i divaniyye ve tekalif-i örfiyyeyi eda edüp[6]

XV. ve XVI. yy' larda bir avarız hanesi kaç kişiden oluştuğu hakkında bir sayı elimizde bulunmamaktadır. I. Ahmed' in tahta çıktığı 1603 yılında Balıkesir yakınlarında avarız hanesi yazılırken yapılan yolsuzluklar üzerine, tahrir memuruna gönderilen ferman avarız hanesinin oluşturulması hakkında fikir vermektedir.[7] Daha öncede belirttiğimiz üzere Avarız hanesi hesaplanırken bölgenin sosyo-ekonomik ve verigi ödeyebilme güçü gibi unsurlar göz önünde bulundurulurdu. Avarıza yükümlü olan bölge ilk olarak sayılır ve kaydedilir, özel kıstaslara göre bu nüfusun kaç avarız hanesi ettiği tespit edilir ve muvkufat defterlerine kaydedilirdi.[8] Bazı dönemleri inceliyecek olursak dönemlere göre avarız hanelerinin ve hane başına düşen miktarın değişikliklere uğradığını görebiliriz. Örneğin; Yavuz Selim döneminde 1516 Mısır seferi ihtiyaçlarını karşılamak üzere Edremit Kazası' nda 1422 avarız hanesi olduğu ve hane başına 10-12 akçe düştüğü, Kanuni döneminde masraflı savaşlar ve sürekli hale gelen deniz seferlerinin devlete olan yükünü gidermek için Balıkesir Sancağında 9012 avarız hanesi ve bu haneler başına 30 akçe avarız salınmıştır. Ayrıca her 13 haneden bir kişi olmak üzere, 50 alatcı, 599 acap birer aylıklarını göndereceklerdi.[9]
1082 / 1671-72 senesi avarız defterlerinde avarız oranın en en yüksek olduğu yer olarak Batı Anadolu olarak görülmektedir. Bunun nedeni olarak bölgenin verimli topraklara sahip olması ve sefer güzargahlarının dışında kalmasıdır. Bölge 500 akçe ödemektedir.[10] Batı Anadolu' nun aksine sefer güzargahı olmasına rağmen Ankara istisna olarak 500 akçe ödemektedir. Ankara' nın Haymana ve Polatlı gibi ovalara sahip olması ve bu ovaların hububat ambarı olması Ankara' yı önemli kılmaktadır. Rumeli ise 325 akçe ile en düşük avarızı ödeyen bölgedir. Bunun nedeni olarak bölgenin sefer güzargahı olması ve seferin getirdiği çeşitli görevleri üstlenmesidir.(derbend, kürekçi vb.)[11]
Sefer güzargahında olan yerler, ellerindeki zahireyi avarız, nüzül karşılığı ve ayni sürsat olarak devlete vermektedirler. Devlet bunların teslimini menzil, miri ahır ve zahire ambarlarında kabul etmekte idi. Bu durum mükellefe artı bir yük eklemektedir. Çünkü ürününü bulunduğu bölgeden zahire ambarlarına taşıması mükellefe ek bir maliyet yüklemektedir. Onun için halk bu sürsat ve nüzül yerine vergisini para ile ödemek istemektedir. Zaten devletin zor duruma düşmesi ve uzun savaşlar neticesinde mali sıkıntı sıcak paraya ihtiyaç duyması da devletin bu vergiyi nakit olarak taoplama yöneltmiştir. Devlet vergi alacağı bölge “mübaşir”lere halktan para kabul ederken altın, kamil kuruş, esedi kuruş, şahi gibi büyük ve kıymetli sikkeler istemelerini ancak, bunlar bulunmadığı zaman akçe gelirse tam vezinli ve halis olmasına dikkat etmelerini istiyorlardı.[12] Altın ve kuruşlar resmi rayiçten 2 akçe noksanına alınacaklardı; şahi' de bu fark yarım akçe idi. Bu suretle altın 120 yerine 118, kamil kuruş 80 yerine 78, arslanlı(esedi) kuruş 70 yerine 68, şahi 7,5 yerine 7 olarak hesaplannacaktı.[13]
Nüzül: Askeri ve mali ıstılah olarak, cinsi ve miktarı önceden tayin edilmiş zahirenin ordunun geçeceği menzillere götürülerek hazırlanması indirilmesini ifade etmektedir. Başlangıçta ayni ve bedeni olarak alınan avarız vergisinin zamanla nakdi vergiye dönüşmesi ile un ve arpadan ayni olarak toplanan nüzül vergisi ortaya çıkmıştır. Bu vergi 1/3' un- 2/3' arpa- 1/4'- un- ¾' arpa , şeklindeki oranlarla toplanmaktadır. Enteresan olarak unun arpadan az toplanmasının nedeni, orduda bulunan hayvanların yiyeceğinin de karşılanma düşüncesidir.[14] Ordu ilerlerken ağırlık yapacağı düşüncesiyle un, yerine pestimet gibi gıdalar tercih edilmekte ve ona göre vergi toplanmaktadır.
Sürsat: Sürsat hareket halindeki ordunun yol boyunca iaşesini sağlamak üzere halktan alınan ayni mükellefiyetlerdir. Bunlar ordunun ihtiyacı olan yağ, bal, koyun, ekmek ve saman gibi.
Sürsat istenirken nüzül ve avarızdaki gibi, avarız hanesine bakılmaz. Sürsat avarız ve nüzüle nazaran daha hafif bir vergidir.





Şehir
Vergi
Hane Başı Vergi
Meblağ
Ankara
Avarız

Nüzül

Sürsat
500

600

-
846300 akçe

906750 akçe

518430
Üsküp
Avarız

Nüzül

Sürsat
325

600

ayni
1279037

2421300

-
Aydın
Avarız

Nüzül

Sürsat
500

600

-
3558656

4071600

1564500
Antep
Avarız

Nüzül

Sürsat
400

600

-
205326

301950

208100
Tablo 1
Avarız, nüzül ve sürsatın ekonomiye katkıları


Avarız Vakfı
Avarız ve bu nevi vergilerin halk üzerindeki yükünün arması sonucunda, köyülüler kendi aralarında birleşerek bu vakıfları kurdular. Köyde bulunan avarız vergisini ödeyemeyecek durumda durumda bulunan kişilerin veya eksiği bulunan kimselerin bu şekilde avarız ödemeleri karşılanmıştır. Gay-rı müslümlerde avarız vakıfları kurmuşlar ve ortak ihtiyaçları için kullanmışlardır.[15] Müslim ve gayr-i müslümlerin ortak oturdukları mahallelerde ortak olarak avarız vakıflar kurmuşlar ve mahallenin ihtiyaçları için kullanmışlardır.
Avarız vakfı ile ilgili olarak en önemli örnek; XVII. yy'da rastlanmaktadır. III. Mehmed' in annesi Safiye Sultan tarafından XVI. yy'ın sonlarında inşaasına başlanan Eminönü Yeni Camii' nin inşaatı III. Mehmed' in ölümünden sonra yarım yüzyıldan sonra öle kalmış. Daha sonra 1660 yangının bu semti harabeye çevirmişti. IV. Mehmed tarafından annesi Hatice Sultan' ın bir camii yaptırmak istediğini öğrenen yetkililer, yarım kalan camiinin ve semtin imarını Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa' ya arz etmiş, Köprülü, teklifi Valide Sultan' na bildirinde Turan Sultan razı olmuştu. Şehrin en işlek ticaret merkezindeki evlerinin istimlak edileceğini öğrenen yahudiler, kendi avarız vakıflarından külliyetli bir miktar parayı Köprülü' ye takdim edip onu bu fikrinden vazgeçirmeye çalışmışlardı. Sadrazam bu teklifi şiddetle red ederek tekrarı halinde önde gelenleri idam edileceğini bildirmiştir.

Avarız vakıfları, daha sonraları Maarif nizamnamesi ile gelirleri sıbyan ve ibtidai mekteblere verilmiştir.[16] bu vakıfların aideiyet meselesi belediyer arasında sorunlar çıkmasına neden olmuştur. Bu sorun 3 Nisan 1930 tarihli ve 1580 sayılı belediye kanununun 110. maddesinin 6. fıkrasında, avarız ve hasilatının belediyelerin malı olduğu kabul edilmemiştir.

[1]Halil Sahillioğlu, “Avarız”, Diy. İ.A., C. IV, s. 108.
[2]Ömer L. Barkan, “Avarız”, İ.A, C. II., s. 14.
[3]Barkan, a.g.m., s. 16.
[4]Mustafa Nuri Türkmen, “Osmanlı Devleti' nde XVII. Yüzyılın Son Çeyreğinde Halkın Üzerindeki Olağanüstü Vergi Yükü”, A.Ü. Dergisi, S. 9, s.193.
[5]Türkmen, a.g.m., “gös. yer.”
[6]Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Toplum ve Ekonomi, (1993), s. 51.
[7]Mustafa Akdağ, “Osmanlı Devleti' in Kuruluş ve İnkişaf Devrine Türkiye' nin İktisadi Vaziyeti” Belleten, C.XIII, S.51, s. 554.
[8]Türkmen, a.g.m., s. “gös.yer”.
[9]Akdağ, a.g.m., s. “gös.yer”.
[10]Türkmen, a.g.m., s. 196.
[11]Türkmen, a.g.m., s. “gös.yer.”.
[12]Akdağ, a.g.m., s. 561.
[13]Akdağ, a.g.m., s. “gös.yer”.
[14]Türkmen, a.g.m., s. 197.
[15]Mehmet İşpirli, “Avarız Vakfı” Diy. İ.A,C. 2 s. 109.
[16]Barkan, “a.g.m”., s. 18.
[17]Barkan, “a.g.m.”, s. “gös.yer”.

Divan-ı Malikane

DİVAN-I MALİKANE SİSTEMİ
Osmanlı Toprak Sistemi içerisinde; özellikle Anadolu' da rastlanan bir uygulamadır. "İki baştan", "iki başlı" gibi adlarla rastlanan bu sistemde, toprağın öşrü üzerinde devlete ait olan hisse divan-i ve toprak sahibine ait olan hisse de malikane olarak belirtilmektedir. Sistem Osmanlı' nın kendisini geliştirdiği bir sistem değildir eski Türk-İslam devletlerinde devraldığı bir uygulamadır. Bu hisseler toprağın verimliliği ile yerel örf ve adetlere göre değişen oranlarla toplanmaktadır.[1] Sistemin uygulandığı bölgelerde hububat gibi ürünlerden alman öşrün nisbetin de genellikle % 20, yani iki kat öşür şeklindedir. Bu durum da malikane ve divani hisseler öşrü eşit olarak paylaşırlar. Öşrün nisbetin de sadece % 10 olduğu nadir hallerde bazen yinede eşit olarak paylaşılır. Tamamı malikane hissesine ait olduğu durumda ise divani hissesi olarak öşre eklenen %2,5 salariye ile yetinilir. Sistemin uygulandığı bölgelerde öşrün % 50' sini malikane hisse sahipleri alır. Öşrün geri kalan %50'si ile örfi vergide divani hissesine aittir.[2]
Divani malikane sistemi, Osmanlı Devleti' nde Anadolu topraklarında belirli yerlerde rastlanmaktadır. Bu yerler Sivas, Çorum, Amasya, Tokat, Konya, Karaman, Malatya, Diyarbakır ve Kuzey Halep' tir.[3] Bu yerlerin 21 milyon akçe tutan gelirinin 15 milyonunu divani hissesi; 4 milyon akçesi ise malikane hissesi olarak hesaplanmıştır.[4] Bazı yerlerin gelirlerine bakacak olursak örneğin;
Amasya' da 509 köyün hepside divanı malikane sistemine rastlanmaktadır. 2.711.979 has ve tımarlara ait divani hisseleri
1.014.987 evkaf ve emlak elinde olan malikane hisseleri
6.340 şehirlerdeki ihtisab rüsumu
11.976 muhtelif hizmetlere mukabil müsellem
addenlerin toprak yazısı

3.745.282 yekûn[5]
Çorumlu' da ise 470 köyde ekseriyetle divanı malikane' ye rastlanmaktadır. Buranın yıllık gelirine bakacak olursak;
1.989.431 divani
838.571 malikane
8.726 müsellemlere ait 2.000 ihtisab rüsumu

2.838.721 yekûn[6]
Tokat, Zile, Turhal ve Sivas bulundukları bölge bölgede 802 köyden heman hepsinde divam malikane sistemi uygulanmaktadır. Bununla beraber, malikane hisselerinin bazen bir köyün malikanesinin 40 parçada 5 parça gibi kesirli hisseleri haline dönüştüğü görülmektedir. Ayrıca divani hisseyi kontrol eden sipahilerin malikane sahiplerinden bazı yerleri aldıkları görülmektedir.[7] Tokat' da 272 köyün divani ve malikane hisselerinin senelik gelirlerinde bakılacak olunursa;
1.726.638 divani
425.437 malikane
6.648 müsellemlerin elinde

2.158.723 yekûn
Malikane gelirlerinin divani gelirlere nazaran azaldığı dikkate çarpmaktadır. Zaten Osmanlı Devleti' de bu sistemi uygulamayı sistemi hiçbir zaman uygulamak istememiştir. Çünkü malikaneye sahip olanlar Osmanlı öncesinde yaşadıkları ve daha önceki sahip oldukları bölgelerin kendilerine temlik olarak verilmesi buralarda hak sahibi olduklarını göstermekteydi ve irsi bir güç temsil etmeleri yani köklü aileler olmaları da devleti sıkıntıya sokacağından divani malikane sistemi devlet ile mülk sahibi arasında uzlaşma sağlayan bir sistemdi.[8] Bu nedenle Müslüman olmayan bölgelerde, Batı Anadolu ve Rumeli' de divanı malikane sistemi uygulanmamıştır.[9]
Sistemin Amasya, Tokat, Sivas yörelerinde yoğunlaşması bir rastlantı değildir. Buralar Türkmen diyarlarıdır. Uzun mücadeleler sonrasında Osmanlı egemenliğine dahil olmuşlardır. Daha önce belirttiğimiz gibi bu bölgelerde güçlü ve köklü Türk aşiretleri ve mülkleri bulunmaktadır. Örneğin Fetret döneminde Çelebi Mehmet Orta Karadeniz'de tutunabilmek için burada bulunan Selçuklu' dan kalma güçlü ailelere devam eden imtiyazlarını Divanı malikane sistemi ile devam ettirmek zorunda kalmıştır. Çelebi Mehmet bunu yaparken zaten sahibi oldukları kendi mülklerini kendilerine tekrar iade etmemiştir. Zaten malikane hisseleri tutulmuş durumda olduğundan divani hisselerden malikane vaat etmiştir.[10]
Divan-ı Malikane sistemi Osmanlılara daha önceki Türk-İslam Devletlerinde kalmış bir sistemdir. Öşrü ve haraci mülk toprakların ve imamlar tarafında ikta'en temlik suretiyle ve Beytülmal tarafından satılarak mülk haline sokulmuş toprakların mevcut bulunduğu Türk-İslam Devletlerinde bu sistemin uygulanmıştır. Bu hususta İslam arazi hukukunda mevcut sarih hükümlerle ilk halifeler tarafından yapılan iktaların sahipleri tarafından devlet hazinesine öşür ve haraç verilmekte olduğuna dair kayıtlar bulunmaktadır.[11]
Divan-ı Malikane Sisteminin uygulanması konusunda toprağın rakabesi yani toprağa kimin sahip olduğu konusunda da tartışma bulunmaktadır. Bu konuda Kanun-i Sultan
Süleyman'ın Şeyh'ülislamı olan Ebussuud Efendi' ye göre malikane hissesinin sahipleri toprağın rakabesine sahiptirler.[12] Öyle Divan-ı Malikane statüsündeki topraklar bu acıdan Miri toprak değildir çünkü toprağın sahibi malikane sahibidir; ayrıca tam olarak özel mülk de değildir çünkü toprağın tasarrufu toprağı işleyene aittir. .Divan-ı Malikane sistemi malikaneler tam olarak bir özel mülkiyet statüsünde bulunmaktadırlar. Bu malikaneler sahibi tarafından satılabilir, vakıf yapılabilir, ve kendinden sonra mirasçılarına bırakabilirlerdi. Bu mülk sahipleri Osmanlı öncesinde kazandıkları bu hakları Osmanlı devleti kabul etmek zorunda kalmış fakat bu malikaneleri sürekli teftiş ve takip altında bulundurmuştur. Padişah değişiklerinde tekrardan hazırlanan tahrirlere incelenmiş ve eksik bulunanlar iptal edilmeye çalışılmıştır.[13] Çünkü Osmanlı içerisinde az bulunan bu şekildeki topraklar, devlet için tehlikeli duruma gelebilirlerdi. Mesela bir malikane sahibi, başka bir köyün malikanesini eline geçireceği gibi, köy halkının devlete vereceği rüsumu da ele geçirerek özel mülk haline sokmaları da mümkündür. Bunun için bazı yollar bulunmaktadır;
1 - divani hisselerini iltizama almak ve bu iltizamı irsi ve daimi şekle sokmak. Yani her sene devlete maktu olarak bir para vermesi gerekirse parayı bağışlayarak veya paramn değerini düşürerek paramn önemsiz bir hale gelmesini sağlamak.
2- bazı köylerin yalnız divani hisselerine padişah dirliği olarak sahip olan sipahilerlememur ve mültezimlerin köydeki malikane hisselerini de alarak buralarda nüfuz tesisedebilirdi.
3- bu şekilde devlet teşkilatının teftiş ve müdahalesinde kurtulmuş olarak birderebeylik düzeni kurulmuştur. Bu sayede beyler ve memurlar köyde yaşayan reayaüzerindeki tahakkümleri kolayca arttırmaları mümkündü. Bir çok toprakları çiftlik halinesokmak, köylüyü angarya mesaiye mecbur etmek, imparatorluğun nizamında bulunmayan örfve adet ihbas etmek gibi durumlar oluşabilirdi.
Devletin memurları ve malikane sahipleri yukarıda belirtilen hususları gerçekleştirmeleri durumunda tam bir derebeylik kurmuş olacaklardı.[14]
Divani malikane sisteminin bu durumlara gelebilecek olmasından dolayı Osmanlı Devleti bu uygulamayı uzun vade de daraltılmasını sağlamaya alışmıştır. Malikane sahipleri
toprakları kaybetmemek ve miras yoluyla parçalanmasını engellemek için bu toprakları vakıflara dönüştürmeye başlamışlardır.[15]
Divan- ı Malikane Sistemi, gerek Osmanlılar tarafından daraltılmaya çalışılarak gerekse de vakıflara dönüştürülme çabası içerisinde XIX. yy. kadar gelmiştir. Sistemin uygulandığı bölgeler bugünkü sınırlarımız içerisinde bulunmaktadır, ülkemizde bir toprak reformu yapılmadığı için sistem içerisinde malikane olarak şahsi mülkler bugüne kadar gelmiştir.[16]

[1] Halil İnalcık, Türkiye' nin Ekonomik ve Sosyal Tarihi, C. I, (2000), s. 172.
[2] Mehmet Genç, "Malikane-Divanı", Diy. İ.A., C.V, s. 518
[3] Genç, a.g.m., s. “gös. yer”.
[4] Ömer Lütfi Barkan, Türkiye'de Toprak Meseleleri Toplu Eserler 1, (1980), s. 166
[5] Barkan, a.g.e., s. “gös. yer”.
[6] Barkan, a.g.e., s. “gös yer”.
[7] Barkan, a.g.e., s. “gös yer”.
[8] İnalcık, a.g.e., s. 173.
[9] Genç, a.g.m., s. “gös. yer”.
[10] Barkan, a.g.e., s. 164.
[11] Barkan, a.g.e., s. 185
[12] Barkan, a.g.e., s. 161.
[13] Genç, a.g.m., s. “gös. yer”.
[14] Barkan, a.g.e., s. 184.
[15] Genç, a.g.m., s. 519
[16] Barkan, a.g.e., s. 188